Anne-baba olma sanatı

Biyolojik anne-baba olmanın, olayın yüzeysel ve kolay tarafı olduğuna inanmışımdır. Detaylı ve zor olan, bir çocuğu kişiliği gelişmiş, özgüveni yerinde, başarılı ve mutlu bir birey olarak yetiştirebilmektir. Anne-babalan sanatçılar olarak görürüm. Çünkü çok önemli bir eser yaratıyorlar. Anne-baba olmak da bir sanat bence. Yaratılan eseri, en güzel biçimde şekillendirmek söz konusu.

Her sanatçının kendisini geliştirmesi gerektiğini biliyoruz. Anne-babalar da kendilerini sürekli geliştirmeliler. Her sanatçı yaratıcılığını sonsuz bir şekilde ortaya koymalı. Anne-babalar da yaratıcılıklarını ortaya koymalılar. Sanatçılar yarattıkları eserden gurur duyarlar. Anne-babalar da çocuklarından gurur duymalılar. Ancak sanatçılar yarattıkları eseri beğenmediklerinde bozup yeniden yapma özgürlüğüne sahipler, anne-baba olma sanatında ise böyle bir yap-boz olayı mümkün değil. Çocuklara ilişkin yapılan hataların geri dönüşü yok.

Yaşam her gün bizlere yepyeni fırsatlar sunar. Bu fırsatları görüp değerlendirmek ya da fırsatları hiç görmeden yanından geçip gitmek bize bağlıdır. Çocuklarımız bizlere verilen en güzel fırsatlardır. Onları iyi değerlendirmeyi bilmeliyiz.

Gözlerinizi hayata açtığınız her yeni günde, çocuğunuzun bir gün daha büyüdüğünün ne kadar farkındasınız? Her yeni günün akşamında, çocuğunuzun pek çok farklı deneyimler kazandığının ne kadar farkındasınız? Onun duygularının günbegün zenginleştiğinin, düşüncelerinin geliştiğinin, davranışlarının değiştiğinin ne kadar farkındasınız? Hayatın koşuşturması, iş-güç, para kazanma, kariyer edinme, daha pahalı arabaları alabilme, daha büyük evlerde oturabilme çabalarınızın çocuğunuzla iletişiminizde engeller oluşturduğunun farkında mısınız?

"Ne çabuk büyüdü, daha dün küçücük bir bebekti" derken, onun büyüme sürecini gerçekten birlikte yaşayabildiniz mi? Dün bağıra-çağıra ağlarken onun gerçek duygularını yakalayabildiniz mi? "Baba ne çok çalışıyorsun, seni hiç göremiyorum" dediğinde ona kızmak yerine, küçücük bedenine sarılıp "Seni çok seviyorum" diyebildiniz mi? "Annecim çok korkuyorum" dediğinde onu eleştirmek yerine, pembe yanaklarından öpüp onu sakinleştirebildiniz mi?

Çocuğunuz belki çok küçük, belki beş yaşında, belki on ya da on beş; yaşı kaç olursa olsun, onunla empati kurup, onun hissettiği gibi hissedebiliyor musunuz? Onunla yeterince zaman geçirdiğinize ve paylaşımlarda bulunduğunuza inanıyor musunuz? Size çözemediği herhangi bir sorunla geldiğinde, yaratıcılığınızı kullanıp ona çözüm getirmek yerine, çözümü görmesi için yönlendirebiliyor musunuz? Başarısızlıklarında ona kızmak yerine, başarısızlığının altında yatan gerçek nedenleri bulmak adına çaba gösteriyor musunuz? Davranış bozuklukları geliştirdiğinde ya da depresif davrandığında onu azarlamak yerine onu anlayabiliyor musunuz?

Kendinizi anne ya da baba olarak eleştirebiliyor ve eksik ya da hatalı yönlerinizi gerçekçi olarak görebiliyor musunuz? Sadece hataları görmek yetmiyor, hatalarınızı düzeltebiliyor musunuz?

Ve hayatta çocuk sahibi olmanın ne büyük bir şans olduğunu

biliyor musunuz? Yaklaşık dört yıldır Ankara´da özel bir hastanenin tüp bebek bölümünde çalışıyorum. Orada çocuk sahibi olamayan kadın ve erkeklerle grup çalışmaları ve terapi seansları düzenliyorum. Yıllarca çocuk sahibi olmak için çırpınan bu insanları tanımanızı isterdim. Tüp bebek tedavisi oldukça pahalı bir tedavi. Kimileri tarlalarını satıp geliyor, kimileri yıllarca çalışıp, yemeyip içmeyip para biriktiriyor ve bin bir umutla tedaviye başlıyor. Tedavi pahalı olduğu kadar, zahmetli de. Ama inanın tedavi süresince hiçbir şikâyette bulunmuyorlar. Çocuk sahibi olacaklarını öğrendiklerindeki coşku ve sevinçlerini, tedavinin olumsuz sonuçlandığını duyduklarında yüreklerindeki acıyı ve gözlerindeki yaşlan bir görseniz. Orada, insanın çocuk sahibi olmasının aslında nasıl da büyük bir mucize olduğunu görüyorsunuz. Ve çocukları olan insanların ne kadar harika bir mucizeye sahip olduklarını anlıyorsunuz.

Eşlerle görüştüğümde mutlaka şu soruyu sorarlar: "Sizin çocuğunuz var mı?" Ve büyük bir merakla gözlerimin içine bakarak yanıtımı beklerler. "Evet" dediğimde biraz buruk, biraz da hayal kırıklığı ile karışık yüzler görürüm. Buruklukları "Keşke bizim de olsa" diyedir. Hayal kırıklıkları ise, "Senin çocukların varmış, bizi anlayamazsın ki" anlamındadır. İkinci duygularında haklılar. Onların hissettiklerini bire bir hissede-bilmem mümkün değil, çünkü ben bir anneyim ve çocuğumun olmamasına ilişkin hüzünler, acılar yaşamadım. Ama onları şu anlamda anlayabiliyorum; anne olmasaydım ben de bu duyguları yaşardım. İki çocuk annesi olarak, çocuklarımın doğduklarından beri bana hissettirdikleri şahane duyguları yaşamamış olmayı düşünemiyorum bile...

Herkesin anne-baba olmalarının keyfini çıkarmaları gerektiğine inanıyorum. Hayatta çocuk sahibi olmak muhteşem bir deneyim.

Aynı zamanda hayatta sağlıklı çocuklara sahip olmanın da büyük bir şans olduğuna inanıyorum. Zekâ özürlü pek çok çocukla ve aileleriyle çalıştım. On yaşındaki çocuğu ayakkabısının bağlarını bağlamayı öğrenebildi diye sevinçten ağlayan, on beş yaşındaki çocuğu birkaç harf yazmayı öğrendiğinde sevinç çığlıkları atan anne-babalar gördüm. Bu anne-babaların işe daha az, çocuğa daha çok zaman felsefesi geliştirdiklerine tanık oldum. Onlar daha çok para, son model araba, daha çok kariyer peşinde değildiler, onlar çocuklarıyla hayatın her anını paylaşma isteği içindeydiler. "Daha çok sevgi, daha çok paylaştın, daha çok ilgi" formülünü uyguluyorlardı.

Normal zekâya sahip bir çocuk, yaşına uygun bir davranışı ilk kez yaptığında anne-babası fark etmiyor bile, ama bu çocukların davranışlarındaki en küçük bir gelişme bile anne-babalarının bayram ´sevinci yaşamasına ve çocuklarını öpücüklere boğmasına neden oluyor.

Gerek zihin gerekse beden sağlığı yerinde olan çocuklara sahip olmak, anne-baba için ne büyük bir nimet.
Lösemili çocuklarla ve aileleriyle haftada bir görüşüyorum. Bu görüşmeler beni duygusal anlamda zedeliyor olsa da, onlarla olmak bana mutluluk veriyor. Bedenleri hasta, tedavinin olumlu sonuçlanacağı yüzde yüz değil. Ve bu çocuklar için moral çok önemli. Moral düzeylerinin yüksek olması gerekiyor. Annelere, üzüntülerini çocuklarına hissettirmemelerini söylüyorum. Bu bir anne için ne kadar zor bir durum. Çocuğu lösemi hastası, yüreğinin bir bölümü umut dolu, ama bir bölümü de çocuğunun öleceğinden deli gibi korkuyor. Bu anneler görüşme odasında hıçkıra hıçkıra ağlarlar ama çocuklarının yanına giderken neşeli ve mutlu görünmeye çalışırlar. Görüştüğüm annelerden biri şunları söylemişti:

- Ona bu hastalığı yakıştıramıyorum ama oldu işte. Gözlerine her baktığımda içimden ağlamak geliyor. Geçenlerde kendimi ağlamamak için sıktım ve dayanamayacağımı hissedip odasından dışarı çıktım. Aşağı indim ve ağladım. Sonra yüzümü yıkayıp yanına döndüğümde bana ´Ölücem diye mi ağlıyorsun anne?´ dedi.

Tedavi gören bu çocuğumuz iyileşti ve şimdi çok sağlıklı ama o annenin kalbinde alev alev yanan acıyı yaşamayan bilemez.

Bu çocukların anneleri çocukları biraz kilo aldıklarında, geceyi uyuyarak geçirdiklerinde, bir yudum yemek yediklerinde nasıl mutlu oluyorlar bilemezsiniz. Çocuklarına moral vermek için çırpınıyorlar, onları üzmemek, kalplerini kırmamak için, konuşurken kelimeleri seçerek, özen göstererek konuşuyorlar. Anne-babalar olarak zorlu ve acı deneyimler yaşıyorlar ama çocuk psikolojisi ile ilgili tüm toplantılara katılıyorlar, büyük bir ilgi ile dinliyorlar, sorular soruyorlar ve önerileri uygulamak için olağanüstü çaba gösteriyorlar.

İnsanın yapısı ilginç, sahip olduklarının önemini ve değerini bilmiyor. Ne zaman ki, kaybetme korkusu yaşıyor, o zaman elindekilerin ne kadar değerli olduğunu anlıyor ve sımsıkı sarılıyor.

Çocuklar değerli, çocuklar özel, çocuklar mutlu olmaya layık, çocuklar sevilmeye, ilgilenilmeye, zaman ayırılmaya layık. Çocuklarınızın değerini anlamanız için onlarla ilgili olumsuz bir deneyim yaşamanıza gerek yok. Anne-baba olmanın mutluluğuna varmanız yeterli.

• Çocuğunuzu her sabah öperek uyandırın.
• Sabah kahvaltısını hep birlikte yapın.
• Çocuğunuzu okula gönderirken ona sanlın, onu öpün ve basanlar dileyin.
• Çocuğunuzun sorunlarını, size saçma gelse de dinleyin.
• Korkularında ona kızmayın.
• Çocuğunuzun sevinçlerini paylaşın.
• Akşam yemeklerini, ailece birlikte yiyin.
• Çocuğunuz uyumadan önce onu mutlaka öpün.
• Onun yanında kavga edip, birbirinizi ve onu incitmeyin.
• Ve ona "Seni seviyorum" demeyi günlük yaşamınızın birinci sırasına yerleştirin.

Anne-babasıyla aynı sofrada yemek yiyen çocukların mutlu çocuklar olduğunu, geceleri uyumadan önce anne-babası tarafından masal okunan çocukların kendilerine güvenli çocuklar olduklarını, sabahları okula giderken öperek uğurlanan çocukların başarılı çocuklar olduğunu biliyor muydunuz?

Çocuğunuz ve çocuklarınızla mutlu bir yaşam dileği ile...


1 yorum

Şükürler olsun

Şükürler olsun sağlıklı bir çocuğum oldu 8.yılda.Ama babası gitti.Ben hamileyken.Keşke ailece yemek yiyebilseydik...Buna şükür onun sağlıklı olması ve bana verdiği mutluluk için şükrediyorum.Herşeyin daha kötüsü ve iyisi vardır.

10.05.2012 - Misafir

Konular